19 Mart 2016 Cumartesi

YÜREĞİMİZİ TOPRAĞA GÖMDÜK!

YÜREĞİMİZİ TOPRAĞA GÖMDÜK!
Suçlu hissediyorum kendimi! Tepeden tırnağa suçlu… Bunalıyorum, kahroluyorum… Susuyorum olmuyor. Ağlıyorum olmuyor. İsyana kapı aralamamak için yüreğime bastırıyorum. Öyle anlar geliyor ki bacaklarım bedenimi taşımıyor. Yıkılıp, eriyip yok olmak istiyorum.
Olmuyor, olmuyor, olmuyor…
Yakışmaz diyorum! Acizlik bize yakışmaz! Başımızı dik tutmalıyız, gözyaşlarımızı saklamalıyız! Ama bizim gizlimiz olmaz ki… İçimizdeki yangının dumanını herkes görür! Közümüz de külümüz de eşkeredir!
Dün bir evladımızı toprağa verdik! Ölümün ona yakışmadığı bir yaşta binlerce kişinin tekbir sesleri arasında şehitler kervanına onu da ekledik…
Herkes ona “Şehit Jandarma Komando Uzman Çavuş Ali ÇAKAR” dedi.
Ben ne demeliyim, nasıl demeliyim bilemiyorum!
Siz benim yerimde olsanız ne dersiniz?
Ben onu daha 6-7 yaşlarından bir çocukken tanıdım. Adım adım, gün gün büyümesini izledim. Ben ona hep “Cin Ali” dedim. Ali’m dedim.
O şimdi Şehit Ali oldu!

Ben, öğretmen olmanın ağırlığını bugün dördüncü defa yaşadım. Ali’nin şahadeti çok ağır geldi! Daha önce elimde büyüyen üç yiğidi daha teröre kurban vermiştim. Ufuk Çınar, Muhterem Yağbasan, kirvesi olduğum Selçuk Can ve nihayet Ali Çakar…
Hepsi yüreğimde ayrı bir yara açtı.
Biliyorum, ülkemizde binlerce şehit verildi. Hepsinin acısı dayanılacak gibi değil. Ama öyle bir gerçek var ki, elini tuttuğunuz, gözüne baktığınız, saçını okşadığınız birinin bayrağa sarılı bedenini görmenizin verdiği acı hepsini bastırıyor. Benimki de işte öyle bir insani duygu… Dün Ali’min Türk Bayrağına sarılı tabutuna dokunduğumda dayanılmaz acılar çektim! Olamaz ya, olmamalı böyle… Ali daha ne ki! Hayatının daha baharında o çocuk. Daha o “Cin Ali” olmaktan ne zaman kurtuldu ki bir kahbenin kahbe kurşununa siper olsun! Kabullenemiyorum işte! Ah bir kabul edebilsem, işte o zaman ne içimde isyan, ne gözlerimde yaş, ne de dilimden dökülen öfke kalacak!
Olmuyor, olmuyor, olmuyor…
Çırpındıkça batıyorum. Baktıkça Ali’nin resmine acizleşiyorum. Ne gözlerimdeki yaşa engel olabiliyorum, ne de yüreğimdeki yangına…
Ben öğretmenim, binlerce Ali yetiştirdim. Urfa’da da benim Alilerim var! Onların hepsi de benim ciğerimin bir parçası. Adana Saimbeyli’deki Ali Çakar neyse, Urfa Birecik’teki Ali Korkmaz ondan farklı mı? O da benim yüreğim! İnsanın yüreğini ikiye bölmek kolay mı? Yürek kanar be, yürek bölünür mü? İşte ondan dayanamıyorum!
Ben Saimbeyli’deki Ali’ye ne demişsem Urfa’daki Ali’ye de aynı şeyi söyledim! Urfa’daki Ali’m her bayram beni arar, ellerimden öper… Bir Ali’mi ki, hepsi arar… Allah şahidimdir ki, dün Ali’min tabutu başındayken yine Urfa’dan telefonla arandım. Benim acım onların da yüreğini yakıyordu! Yeter artık! Diyorum ya, bir öğretmen olarak yeter! Yeter! Yeter! Ali’ler ölmesin! Bitirin şu kardeş kavgası. Temizleyin içimizdeki mikropları…
Dedim ya, Ali küçük yaşta elimizde büyüdü. Onun yaramazlıklarını da gördük, uslu bir çocuk olduğunu da… Şimdi ne yazsam hep yalan olur. Onun hakkındaki hükmü rabbim verdi. O mertebelerin en büyüğüne, şehitlik makamına oturdu. Ondan geriye bize bir hoş seda kaldı. Bir de Ali’nin bana sosyal medyada özel mesaj olarak yazdıkları… Ben de onu sizlerle paylaşıyorum.
Mekânın cennet olsun yiğidim. Sen rahat ol. Biz yüreğimizi toprağa gömdük. Adına “Şehit Ali” dedik!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder