19 Mart 2016 Cumartesi

İPLİKÇİ MEHMET EFENDİ

İPLİKÇİ MEHMET EFENDİ
Bazı insanlar vardır, onları anlamakta zorlanırsınız… Onlarla ilgili anlatılanlar sizin akıl ölçülerinize uymadığı için belki de hemen reddedersiniz. Hatta bazen öyle ileri gidersiniz ki onları; anlama, dinleme ve değerlendirme ihtiyacı bile duymazsınız. Hele onlara inanmış insanlara karşı bir de önyargınız varsa size anlatılacak bütün sözler anlamsız kalır.
Oysa onlar hayatı sade yaşarlar. Ne kimseden bir emir alırlar,  ne bir şey beklerler, ne de dünya malları ile bir ilgileri vardır. Bir lokma ekmek geçerse ellerine, kim bilir kaç kişi ile bölüşürler. Bütün makamlar, mevkiiler, hanlar, hamamlar, saraylar, köşkler, göklerde uçan uçaklar, denizde yüzen yatlar, çelik zırhlı arabalar ve aklınıza ne geliyorsa dünya nimetleri onlar için hep sıradandır.
Onların makamları gönüllerdir. O makama oturmak için ne birilerin omuzlarına basarlar, ne de gönülleri kırarlar. Bağırıp çağırdıklarına, kardeşi kardeşe düşürdüklerine, hırslarına yeldiklerine hiç rast gelinmemiştir.
Bir buruşuk gömlek, bir yamalı ceket ve bir sökük ayakkabı ile bütün makam sahiplerini gölgede bırakırlar.
Onlar Allah dostudur. Gönüllerin padişahıdır!
Onları; gören gözler, hisseden gönüller arar bulurlar.
Hiç ummadığınız bir yerde karşınıza çıkıverirler, beyninize yer etmiş kara düşünceleri bir anda söküp atarlar. En kasvetli anınızda bir rahmet ışığı gibi yüreğinize süzülüverirler.
Onlar kim mi?
Anlatması o kadar zor ki! Tarifi imkânsız…
Bizim memlekette bir Guddi amca vardı. Onun asıl adı Kuddisi Karadeniz’di. Ama ona herkes “Guddi” derdi. Kendi halinde, dünya malı ile ilgisi olmayan bir adam…
Bir gün sessiz sedasız hakkın rahmetine kavuştu. O, herkese göre garibandı. Ve kimsesizdi. Ancak cenazesinde kimsenin tahmin edemeyeceği kadar kalabalık vardı. Bizim ilçemizdeki insanlar zaten hep oradaydı. Ama ilçemizdekilerden daha fazlası dışarıdan cenazeye gelmişlerdi.
Mezarlıkta bir adam dikkatimi çekti. İlerleyen yaşına rağmen cenazeye gelmişti. Sessiz sedasız bir taşın üzerinde oturuyordu. Onunla ilgilendim. Nereden geldiğini sordum. O, komşu ilçeden gelmişti.
Ona:
“Tanıyor muydunuz Guddi Abi’yi?”dedim.
Boynunu büktü, “kim tanımaz ki?”dedi.
Sonra, “bu ilçenin direği çöktü!”dedi.
Konuşması hoştu. İnsanın yüreğine yüreğine konuşuyordu sanki. O konuştukça insanın dünya ile ilişkisi kesiliyordu. Hamlık olur diye bir türlü adını soramadım. Ondan uzaklaştım. Onunla birlikte gördüğüm adamlardan birine sordum:
“Bu amca kim?”
Şaşkınlıkla yüzüme baktı.
“Sen onu tanımıyor musun?”dedi.
Cümleyi öyle bir söyledi ki, tanımamakla bir kusur işlemiş gibi hissettim kendimi.
Zoraki:
“Yok, tanımıyorum!”dedim.
“Ona eskiden Deli Mehmet derlerdi. Şimdi İplikçi Mehmet derler. Dini bütün bir adamdır. Kozan’ımızın gönül mimarlarındandır!” dedi.
İşte ben öyle tanıdım İplikçi Mehmet’i… Onu tanıdıktan sonra uzun bir zaman görmedim. Gerçi topu topu hayatımda iki defa gördüm.
Bir yakınım vefat etmişti. Saimbeyli’den Adana’ya cenazeye gitmiştim. Cenazemizi toprağa veriyorduk ki o anda telefonum çaldı.
Görev yaptığım okul müdürlüğü görevimden alınmıştım!
Cenazeye gitmek için izin aldığım makam sahipleri (fırsatı ganimet bilip) beni görevden almışlardı. Çok üzülmüştüm. En yakınımı toprağa verirken, aslında bütün insanlığın öldüğünü düşünmüştüm.
İznim bitmişti. Günlerden pazartesiydi. Saat sekizde Saimbeyli’de olmam gerekiyordu. Erken saatlerde uyandım. Eşimle birlikte sabahın ilk ışıkları yeni doğarken Kozan’ı geçmiştik. Kozan Baraj Köprüsü biraz gerilerde kalmıştı. Yolun kenarında bir adam duruyordu. Bize el kaldırdı. Zamansız bir zamandı. Yanımda da eşim vardı. Tanımadığım bir adamı arabama almam doğru değildi. Adamı almadan geçtim. Yüz metre ya gittim ya gitmedim o adamın İplikçi Mehmet’e benzediğini düşündüm. Durdum. Geri geri gittim. O adam İplikçi Mehmet’ti! Arabama aldım.
O, arabamıza bindikten sonra arabanın havası değişti. O konuştu biz dinledik. O konuştukça biz hafifledik. Beynimdeki bütün kötü düşünceler silindi. Beni böyle bir günde görevden alanlara çok kızıyordum. İplikçi Mehmet konuştukça onlara acımaya başladım. Gözümde, gönlümde küçüldükçe küçüldüler. Onlar küçüldükçe İplikçi Mehmet büyüdü. Yol çabuk bitti. O arabamızdan inmeden önce bize dua etti. Her zaman yanında bulunan tespih iplerinden bir tanesini bize hediye etti. Ve dedi ki:
“Ne zaman başın darlığa düşer, içinden çıkamadığın bir hal olursa beni çağır. Üç defa; yetiş ya Deli Mehmet, dersen ben gelirim. Duymaz, gelmez diye düşünme, ben duyarım, gelirim!”dedi.
Tam arabadan iniyordu ki;
“Öyle ufak-tefek işler için de çağırma, geldiğimize değsin!”dedi.
Ben, o günden sonra İplikçi Mehmet’i hiç görmedim. O hiç aklımdan çıkmadı. Ama onu çağıracak kadar da hiç sıkıntıya girmedim. Ne zaman başım sıkışsa aklıma, Hz. Yunus Aleyhisselam ve Hz. Eyüp peygamber sabrı geldi. Her defasında; onu çağırmayı acizlik saydım. Önemli olan aza kanaat etmek, rabbime şükredebilmekti. Rabbime şükürler olsun.
Bugün İplikçi Mehmet’in vefat ettiğini öğrendim. O mekânını değiştirmiş. Makam sahipleri er kişi niyetine cenaze namaza durmuşlar. İmam, “Nasıl bilirdiniz?”diye sormuş. Helallik dilemiş. Ben orada değildim. Buradan sesleniyorum:
Helal olsun! Helal olsun! Helal Olsun!
Mekânı cennet olsun…
Ben, İplikçi Mehmet’ten bütün makamların geçici olduğunu öğrendim. Önemli olan gönüllerde yer edebilmektir. Onun için de kendinizi yaşamanız, hırslarınızı yenmeniz gerekiyor. Ahiri topraktır. Yani yeniden var olmaktır.
Ondan bize geriye; okuyup, dua ederek ikram ettiği bir tespih ipi kaldı. O ip bizim evimizde hep saklanır.
Sabır, şükür, dua ile…
Allah rahmet eylesin.
16.03.2016

AHMET KAYTANCI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder