İPLİKÇİ MEHMET EFENDİ
Bazı insanlar vardır, onları
anlamakta zorlanırsınız… Onlarla ilgili anlatılanlar sizin akıl ölçülerinize
uymadığı için belki de hemen reddedersiniz. Hatta bazen öyle ileri gidersiniz
ki onları; anlama, dinleme ve değerlendirme ihtiyacı bile duymazsınız. Hele
onlara inanmış insanlara karşı bir de önyargınız varsa size anlatılacak bütün
sözler anlamsız kalır.
Oysa onlar hayatı sade yaşarlar.
Ne kimseden bir emir alırlar, ne bir şey
beklerler, ne de dünya malları ile bir ilgileri vardır. Bir lokma ekmek geçerse
ellerine, kim bilir kaç kişi ile bölüşürler. Bütün makamlar, mevkiiler, hanlar,
hamamlar, saraylar, köşkler, göklerde uçan uçaklar, denizde yüzen yatlar, çelik
zırhlı arabalar ve aklınıza ne geliyorsa dünya nimetleri onlar için hep
sıradandır.
Onların makamları gönüllerdir. O
makama oturmak için ne birilerin omuzlarına basarlar, ne de gönülleri kırarlar.
Bağırıp çağırdıklarına, kardeşi kardeşe düşürdüklerine, hırslarına yeldiklerine
hiç rast gelinmemiştir.
Bir buruşuk gömlek, bir yamalı
ceket ve bir sökük ayakkabı ile bütün makam sahiplerini gölgede bırakırlar.
Onlar Allah dostudur. Gönüllerin
padişahıdır!
Onları; gören gözler, hisseden
gönüller arar bulurlar.
Hiç ummadığınız bir yerde karşınıza
çıkıverirler, beyninize yer etmiş kara düşünceleri bir anda söküp atarlar. En
kasvetli anınızda bir rahmet ışığı gibi yüreğinize süzülüverirler.
Onlar kim mi?
Anlatması o kadar zor ki! Tarifi
imkânsız…
Bizim memlekette bir Guddi amca
vardı. Onun asıl adı Kuddisi Karadeniz’di. Ama ona herkes “Guddi” derdi. Kendi
halinde, dünya malı ile ilgisi olmayan bir adam…
Bir gün sessiz sedasız hakkın
rahmetine kavuştu. O, herkese göre garibandı. Ve kimsesizdi. Ancak cenazesinde
kimsenin tahmin edemeyeceği kadar kalabalık vardı. Bizim ilçemizdeki insanlar
zaten hep oradaydı. Ama ilçemizdekilerden daha fazlası dışarıdan cenazeye
gelmişlerdi.
Mezarlıkta bir adam dikkatimi
çekti. İlerleyen yaşına rağmen cenazeye gelmişti. Sessiz sedasız bir taşın
üzerinde oturuyordu. Onunla ilgilendim. Nereden geldiğini sordum. O, komşu
ilçeden gelmişti.
Ona:
“Tanıyor muydunuz Guddi
Abi’yi?”dedim.
Boynunu büktü, “kim tanımaz
ki?”dedi.
Sonra, “bu ilçenin direği
çöktü!”dedi.
Konuşması hoştu. İnsanın yüreğine
yüreğine konuşuyordu sanki. O konuştukça insanın dünya ile ilişkisi
kesiliyordu. Hamlık olur diye bir türlü adını soramadım. Ondan uzaklaştım.
Onunla birlikte gördüğüm adamlardan birine sordum:
“Bu amca kim?”
Şaşkınlıkla yüzüme baktı.
“Sen onu tanımıyor musun?”dedi.
Cümleyi öyle bir söyledi ki,
tanımamakla bir kusur işlemiş gibi hissettim kendimi.
Zoraki:
“Yok, tanımıyorum!”dedim.
“Ona eskiden Deli Mehmet
derlerdi. Şimdi İplikçi Mehmet derler. Dini bütün bir adamdır. Kozan’ımızın
gönül mimarlarındandır!” dedi.
İşte ben öyle tanıdım İplikçi
Mehmet’i… Onu tanıdıktan sonra uzun bir zaman görmedim. Gerçi topu topu
hayatımda iki defa gördüm.
Bir yakınım vefat etmişti.
Saimbeyli’den Adana’ya cenazeye gitmiştim. Cenazemizi toprağa veriyorduk ki o
anda telefonum çaldı.
Görev yaptığım okul müdürlüğü
görevimden alınmıştım!
Cenazeye gitmek için izin aldığım
makam sahipleri (fırsatı ganimet bilip) beni görevden almışlardı. Çok
üzülmüştüm. En yakınımı toprağa verirken, aslında bütün insanlığın öldüğünü
düşünmüştüm.
İznim bitmişti. Günlerden pazartesiydi.
Saat sekizde Saimbeyli’de olmam gerekiyordu. Erken saatlerde uyandım. Eşimle
birlikte sabahın ilk ışıkları yeni doğarken Kozan’ı geçmiştik. Kozan Baraj
Köprüsü biraz gerilerde kalmıştı. Yolun kenarında bir adam duruyordu. Bize el
kaldırdı. Zamansız bir zamandı. Yanımda da eşim vardı. Tanımadığım bir adamı
arabama almam doğru değildi. Adamı almadan geçtim. Yüz metre ya gittim ya
gitmedim o adamın İplikçi Mehmet’e benzediğini düşündüm. Durdum. Geri geri
gittim. O adam İplikçi Mehmet’ti! Arabama aldım.
O, arabamıza bindikten sonra
arabanın havası değişti. O konuştu biz dinledik. O konuştukça biz hafifledik.
Beynimdeki bütün kötü düşünceler silindi. Beni böyle bir günde görevden
alanlara çok kızıyordum. İplikçi Mehmet konuştukça onlara acımaya başladım.
Gözümde, gönlümde küçüldükçe küçüldüler. Onlar küçüldükçe İplikçi Mehmet
büyüdü. Yol çabuk bitti. O arabamızdan inmeden önce bize dua etti. Her zaman
yanında bulunan tespih iplerinden bir tanesini bize hediye etti. Ve dedi ki:
“Ne zaman başın darlığa düşer,
içinden çıkamadığın bir hal olursa beni çağır. Üç defa; yetiş ya Deli Mehmet,
dersen ben gelirim. Duymaz, gelmez diye düşünme, ben duyarım, gelirim!”dedi.
Tam arabadan iniyordu ki;
“Öyle ufak-tefek işler için de
çağırma, geldiğimize değsin!”dedi.
Ben, o günden sonra İplikçi
Mehmet’i hiç görmedim. O hiç aklımdan çıkmadı. Ama onu çağıracak kadar da hiç
sıkıntıya girmedim. Ne zaman başım sıkışsa aklıma, Hz. Yunus Aleyhisselam ve
Hz. Eyüp peygamber sabrı geldi. Her defasında; onu çağırmayı acizlik saydım. Önemli
olan aza kanaat etmek, rabbime şükredebilmekti. Rabbime şükürler olsun.
Bugün İplikçi Mehmet’in vefat
ettiğini öğrendim. O mekânını değiştirmiş. Makam sahipleri er kişi niyetine cenaze
namaza durmuşlar. İmam, “Nasıl bilirdiniz?”diye sormuş. Helallik dilemiş. Ben
orada değildim. Buradan sesleniyorum:
Helal olsun! Helal olsun! Helal
Olsun!
Mekânı cennet olsun…
Ben, İplikçi Mehmet’ten bütün
makamların geçici olduğunu öğrendim. Önemli olan gönüllerde yer edebilmektir. Onun
için de kendinizi yaşamanız, hırslarınızı yenmeniz gerekiyor. Ahiri topraktır.
Yani yeniden var olmaktır.
Ondan bize geriye; okuyup, dua
ederek ikram ettiği bir tespih ipi kaldı. O ip bizim evimizde hep saklanır.
Sabır, şükür, dua ile…
Allah rahmet eylesin.
16.03.2016
AHMET KAYTANCI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder