OY DAĞLAR OY!
Dertliydi. Belki de derdini
anlatacak bir insan arıyordu.
Sosyal medyada özel mesajlara
uzun cevaplar verme alışkanlığım hiç olmadı. Nedense sosyal medyada uzun uzun
sohbet etmeyi hiç sevemedim. Eksiklikse bu benim eksikliğimdir. Aslında
kimsenin cümlesi yarım kalsın istemem. Ancak, karşımdaki bir hayale konuşmak da hiç
içime sinmiyor. Onun için de kısa kesiyorum.
Bu kardeşime de bir iki kısa cümle ile cevap verdim. Belki de kısa
cevaplar verdiğim için bana gönül koymuştur.
Hakkını helal etsin!
Hanım kardeşimizin yazdığı
cümleler beni derinden etkiledi. Allah kısmet ederse bir gün kendisini uzun
uzadıya dinlemek isterim. Zaten bu isteğimi de kendisine yazdım. Ne zaman olur,
onu da Allah bilir! O kadar çok ertelediklerimiz var ki, ihmal sanki
ayaklarımıza takılmış birer pranga gibidir. Engel olur da, olur işte…
Neyse!
Kardeşimizi tanımıyorum. Eminim
ki kendisi de beni hiç görmemiştir. Öyle anlaşılıyor ki, yazdığım yazıları
okuyor, okudukça beni kendisine yakın buluyordu.
Bir öğrencim şehit olmuştu. Ben
de öğrencim ile ilgili bir yazı yazmıştım. Her şehit haberinde benim zaten
yüreğim kanar. Duygularımı içime gömmeye çalışırım. Ama bazen öyle olur ki
yüreğim kabardıkça kabarır. Hatta taşar… Öyle anlardan bir andı. Kendi
bölgemdeki şehitlerle ilgili küçük bir çalışma yapıyordum. Dalgınlıkla bir
şehidimizin fotoğrafını iki defa kullanmış ve sosyal medyada yayınlamıştım.
Hanım kardeşimiz bu hatamı görmüş
ve beni uyardı. Onun uyarısı ile ben de hatamı gördüm. Hemen düzelttim.
Kendisine de uyarısından dolayı teşekkür ettim.
Kendisi;
“Önemli değil abi, sonuçta hepsi
bizim kardeşimiz!”dedi.
Ve arkasından hem kardeşinin hem
de nişanlısının şehit olduklarını yazdı!
İçim “cız” etti bir anda!
Dile kolay, kardeşini ve
nişanlısını toprağa verdi demek. Ama yüreğe kolay mı?
İnsanın bağrına bir hançer
saplanıyor. Ne kelimelerin anlamı kalıyor, ne de cümlelerin… Ama anlatmak
zorunda kalıyorsunuz işte! Duyguları anlatamasak da olayı anlatıyoruz işte…
1987 yılında kardeşi Şırnak’ta
askerlik görevini yaparken terör örgütü ile karşılıklı çatışmaya girmişler. Bir
kahpe kurşunun kahramanca hedefi olmuş. Böldürmemek için bu vatanı şehit olmuş.
Henüz
yirmi bir yaşındaymış. Şehit ateşi evlerine düştüğünde kendisi genç kızlığa
yeni adım atıyormuş. Kardeş acısı yüreğini bir köz gibi kavurmuş. Ne
çocukluğunun ne de gençliğinin anlamını kavramadan komşu köyün
delikanlılarından biri ile nişanlanmış! Nişanlısı ile düğün yapmadan nikâh
yapmışlar. Ancak bir türlü evlenememişler. Nişanlısı Uzman Çavuş olmuş. Terör
bölgesine Hakkâri’ye Uzman Çavuş olarak göreve gitmiş. Evlilik hayalleri
uzadıkça uzamış.
Günlerden bir gün nişanlısı izne
gelmiş. İzni bitip gitmeden önce yakınlarına:
“Gidip de gelmemek var. Şehit
olursam benim cenazemi kaynımın yanına gömün!”demiş.
Sanki şahadeti içine doğmuş. O da
Hakkâri ili, Çukurca ilçesi, Dersinki mevkiinde araziye gömülen bir mayının
patlaması sonucu şahadet mertebesine ulaşmış. Onu da getirmişler! Kaynının yanına
koyun koyuna defnetmişler.
Daha doğrusu ettiler. Gözler yaşlıydı.
Feryatlar yürekleri dağlıyordu. Yeni ateş eski ateşi de alevlendiriyordu. İki yiğit
vatan toprağında yan yana yatıyordu. Biri yirmi birinde, diğeri yirmi yedi
yaşında… On yıl ara ile komşu köyün iki delikanlısı bir kabirde koyun koyuna
yatıyorlardı artık.
Kim bilir, belki de kavli karar
etmişlerdi. Belki de bir gün kaynı olacağını bile bilmediği gencin kabrine
elleri ile toprak atmıştı.
Hanım kardeşimiz önce kardeşini,
sonra nikâhlandıkları halde bir türlü düğünlerini yapamadıkları nişanlısı ile
birlikte yüreğini kara toprağa gömmüş.
Yüreğinin yarısını Şırnak’ta,
diğer yarısını Hakkâri’de bırakan kardeşimizin acısını hangi kelime anlatabilir
ki?
“Abi, 38 yaşındayım. 68 yaşında
gibiyim… Ne deyim!” derken kim bilir içinde hangi ateşler yanıyordu?
Ona, “kardeşim, nişanlın toprağa
verilirken ben de onun kabri başında gözyaşları döküyordum! Kabrine iki kürek
toprak atmak bana da nasip oldu!” bile diyemedim.
Terör, sadece öldürdüklerini
öldürmüyor! Herkesi öldürüyor. Kimi toprağın altında, kimi de üzerinde ölmeden
önce ölüyorlar. Nice Ayşeler, Fatmalar, Zübeydeler gençliğini yaşamadan
yaşlılığı kabulleniyorlar. Gencecik delikanlılar yavuklusunun bağrına başını
yaslayacağı günü hayal ederken toprağın bağrına yatıyorlar.
Genç kızlar; kardeşlerine,
nişanlılarına, nikâhlılarına sarılmadan dağlara doğru ağıtlar söylüyorlar!
Anneler, babalar yüreklerini
toprağa gömüyorlar!
Peki, ne için?
Hepsi; vatan bölünmesin, bayrak
inmesin, ezan dinmesin için değil mi?
Ne diyeceğimizi bilemiyoruz. “Kader”
desek kader mi? Öfkemizi kussak günah mı olur? İsyan mı etsek, ağıt mı yaksak! Bilemiyoruz…
Şaşırdık kaldık! Bu devrin romanını yazacak yazarların işi çok zor! Kahraman
kim, hain kim, gafil kim? Kim hangi safta duruyor?
Emin olun bilemiyoruz! Her şey
birbirine karıştı.
Binlerce vatan evladını toprağa
verdik. Vermeye de devam ediyoruz. Canlı bombalar toplu katliam yapmaya
başladılar. Acılar katlandıkça katlanıyor.
Dilimizin ucuna bir yığın kelime
geliyor. Yüreğimiz acıdıkça acıyor.
Susak olmuyor, konuşsak olmuyor…
Çareyi susmakta buluyoruz!
Oy dağlar oy!!!!
İsmini bile yazamıyoruz acı çeken
yüreklerin. Memleketini bile söylemek ağır geliyor. Çünkü o kadar çok ki
birbirine benzeyen hikâyeler… Hikâye geride kaldı artık. Roman bile az geliyor…
Ne diyelim kardeşim! Sen bizden
daha iyi teşhis koymuşsun.
“Sonuçta hepsi bizim kardeşimiz!”
Her yüreğin ayrı bir sancısı, her
ateşin ayrı bir dumanı vardır. Birbirlerine benzerler ama her şahadetin ayrı
bir hikâyesi vardır. Konuşmaya görsün bir kere Anadolu… Şehitlerini bağrına
basmayan vatan toprağı mı kaldı?
Kelimelerimiz aciz kalıyor
kardeşim. Bizi bağışla…
Rabbim sabrını versin.
Şehitlerimizin mekânı cennet
olsun!
Oy dağlar oy!!!!
19.03.2016
Hocam var olasin.
YanıtlaSilAllah razı olsun
Sil