20 Mart 2016 Pazar

OY DAĞLAR OY!

OY DAĞLAR OY!
Sosyal medyada bir hanım kardeşimiz, “Abi, 38 yaşındayım. 68 yaşında gibiyim… Ne deyim!”diye yazdı.
Dertliydi. Belki de derdini anlatacak bir insan arıyordu.
Sosyal medyada özel mesajlara uzun cevaplar verme alışkanlığım hiç olmadı. Nedense sosyal medyada uzun uzun sohbet etmeyi hiç sevemedim. Eksiklikse bu benim eksikliğimdir. Aslında kimsenin cümlesi yarım kalsın istemem.  Ancak, karşımdaki bir hayale konuşmak da hiç içime sinmiyor. Onun için de kısa kesiyorum.  Bu kardeşime de bir iki kısa cümle ile cevap verdim. Belki de kısa cevaplar verdiğim için bana gönül koymuştur.
 Hakkını helal etsin!
Hanım kardeşimizin yazdığı cümleler beni derinden etkiledi. Allah kısmet ederse bir gün kendisini uzun uzadıya dinlemek isterim. Zaten bu isteğimi de kendisine yazdım. Ne zaman olur, onu da Allah bilir! O kadar çok ertelediklerimiz var ki, ihmal sanki ayaklarımıza takılmış birer pranga gibidir.  Engel olur da, olur işte…
Neyse!
Kardeşimizi tanımıyorum. Eminim ki kendisi de beni hiç görmemiştir. Öyle anlaşılıyor ki, yazdığım yazıları okuyor, okudukça beni kendisine yakın buluyordu.
Bir öğrencim şehit olmuştu. Ben de öğrencim ile ilgili bir yazı yazmıştım. Her şehit haberinde benim zaten yüreğim kanar. Duygularımı içime gömmeye çalışırım. Ama bazen öyle olur ki yüreğim kabardıkça kabarır. Hatta taşar… Öyle anlardan bir andı. Kendi bölgemdeki şehitlerle ilgili küçük bir çalışma yapıyordum. Dalgınlıkla bir şehidimizin fotoğrafını iki defa kullanmış ve sosyal medyada yayınlamıştım.
Hanım kardeşimiz bu hatamı görmüş ve beni uyardı. Onun uyarısı ile ben de hatamı gördüm. Hemen düzelttim. Kendisine de uyarısından dolayı teşekkür ettim.
Kendisi;
“Önemli değil abi, sonuçta hepsi bizim kardeşimiz!”dedi.
Ve arkasından hem kardeşinin hem de nişanlısının şehit olduklarını yazdı!
İçim “cız” etti bir anda!
Dile kolay, kardeşini ve nişanlısını toprağa verdi demek. Ama yüreğe kolay mı?
İnsanın bağrına bir hançer saplanıyor. Ne kelimelerin anlamı kalıyor, ne de cümlelerin… Ama anlatmak zorunda kalıyorsunuz işte! Duyguları anlatamasak da olayı anlatıyoruz işte…
1987 yılında kardeşi Şırnak’ta askerlik görevini yaparken terör örgütü ile karşılıklı çatışmaya girmişler. Bir kahpe kurşunun kahramanca hedefi olmuş. Böldürmemek için bu vatanı şehit olmuş.   Henüz yirmi bir yaşındaymış. Şehit ateşi evlerine düştüğünde kendisi genç kızlığa yeni adım atıyormuş. Kardeş acısı yüreğini bir köz gibi kavurmuş. Ne çocukluğunun ne de gençliğinin anlamını kavramadan komşu köyün delikanlılarından biri ile nişanlanmış! Nişanlısı ile düğün yapmadan nikâh yapmışlar. Ancak bir türlü evlenememişler. Nişanlısı Uzman Çavuş olmuş. Terör bölgesine Hakkâri’ye Uzman Çavuş olarak göreve gitmiş. Evlilik hayalleri uzadıkça uzamış.
Günlerden bir gün nişanlısı izne gelmiş. İzni bitip gitmeden önce yakınlarına:
“Gidip de gelmemek var. Şehit olursam benim cenazemi kaynımın yanına gömün!”demiş.
Sanki şahadeti içine doğmuş. O da Hakkâri ili, Çukurca ilçesi, Dersinki mevkiinde araziye gömülen bir mayının patlaması sonucu şahadet mertebesine ulaşmış. Onu da getirmişler! Kaynının yanına koyun koyuna defnetmişler.
Daha doğrusu ettiler. Gözler yaşlıydı. Feryatlar yürekleri dağlıyordu. Yeni ateş eski ateşi de alevlendiriyordu. İki yiğit vatan toprağında yan yana yatıyordu. Biri yirmi birinde, diğeri yirmi yedi yaşında… On yıl ara ile komşu köyün iki delikanlısı bir kabirde koyun koyuna yatıyorlardı artık.
Kim bilir, belki de kavli karar etmişlerdi. Belki de bir gün kaynı olacağını bile bilmediği gencin kabrine elleri ile toprak atmıştı.
Hanım kardeşimiz önce kardeşini, sonra nikâhlandıkları halde bir türlü düğünlerini yapamadıkları nişanlısı ile birlikte yüreğini kara toprağa gömmüş.
Yüreğinin yarısını Şırnak’ta, diğer yarısını Hakkâri’de bırakan kardeşimizin acısını hangi kelime anlatabilir ki?
“Abi, 38 yaşındayım. 68 yaşında gibiyim… Ne deyim!” derken kim bilir içinde hangi ateşler yanıyordu?
Ona, “kardeşim, nişanlın toprağa verilirken ben de onun kabri başında gözyaşları döküyordum! Kabrine iki kürek toprak atmak bana da nasip oldu!” bile diyemedim.
Terör, sadece öldürdüklerini öldürmüyor! Herkesi öldürüyor. Kimi toprağın altında, kimi de üzerinde ölmeden önce ölüyorlar. Nice Ayşeler, Fatmalar, Zübeydeler gençliğini yaşamadan yaşlılığı kabulleniyorlar. Gencecik delikanlılar yavuklusunun bağrına başını yaslayacağı günü hayal ederken toprağın bağrına yatıyorlar.
Genç kızlar; kardeşlerine, nişanlılarına, nikâhlılarına sarılmadan dağlara doğru ağıtlar söylüyorlar!
Anneler, babalar yüreklerini toprağa gömüyorlar!
Peki, ne için?
Hepsi; vatan bölünmesin, bayrak inmesin, ezan dinmesin için değil mi?
Ne diyeceğimizi bilemiyoruz. “Kader” desek kader mi? Öfkemizi kussak günah mı olur? İsyan mı etsek, ağıt mı yaksak! Bilemiyoruz… Şaşırdık kaldık! Bu devrin romanını yazacak yazarların işi çok zor! Kahraman kim, hain kim, gafil kim? Kim hangi safta duruyor?
Emin olun bilemiyoruz! Her şey birbirine karıştı.
Binlerce vatan evladını toprağa verdik. Vermeye de devam ediyoruz. Canlı bombalar toplu katliam yapmaya başladılar. Acılar katlandıkça katlanıyor.
Dilimizin ucuna bir yığın kelime geliyor. Yüreğimiz acıdıkça acıyor.
Susak olmuyor, konuşsak olmuyor…
Çareyi susmakta buluyoruz!
Oy dağlar oy!!!!
İsmini bile yazamıyoruz acı çeken yüreklerin. Memleketini bile söylemek ağır geliyor. Çünkü o kadar çok ki birbirine benzeyen hikâyeler… Hikâye geride kaldı artık. Roman bile az geliyor…
Ne diyelim kardeşim! Sen bizden daha iyi teşhis koymuşsun.
“Sonuçta hepsi bizim kardeşimiz!”
Her yüreğin ayrı bir sancısı, her ateşin ayrı bir dumanı vardır. Birbirlerine benzerler ama her şahadetin ayrı bir hikâyesi vardır. Konuşmaya görsün bir kere Anadolu… Şehitlerini bağrına basmayan vatan toprağı mı kaldı?
Kelimelerimiz aciz kalıyor kardeşim. Bizi bağışla…
Rabbim sabrını versin.
Şehitlerimizin mekânı cennet olsun!
Oy dağlar oy!!!!
19.03.2016
AHMET KAYTANCI

2 yorum: