20 Mart 2016 Pazar

ŞEHİT MUHTEREM YAĞBASAN’IN ARDINDAN

ŞEHİT MUHTEREM YAĞBASAN’IN ARDINDAN
SUSMAK İSTİYORUM
                İçim sızlıyor vallahi. Kalemim donuyor. Yüreğim yanıyor. Defalarca oturuyorum bilgisayarımın başına… Defalarca yazı yazmak istiyorum. Şehidin ardından ne yazılır diye büyüklüğü karşısında boğulup kalıyorum. Bu kadar mı zormuş bir şehidin arkasından yazı yazmak. Bu kadar mı zormuş yüreğinin bir parçasını insanlarla paylaşmak. Şahadet şerbetini içen kişi çocukluğundan beri tanıdığınız bir kişi ise kalem dile gelir mi? Kalem susar. Yürek susar. Ama yazmak zorundasınız. Kelimelerinizin içinizdeki kopan fırtınaları anlatmaya yetersiz olduğunu bilseniz de yazmak zorundasınız.
                Gözlerinin önüne, minicik elleri ile ellerime sarılan, kara gözleri ile gözlerime bakan çocuk Muhterem YAĞBASAN geliyor. Sonra o çocuk büyüyor. Delikanlı oluyor. Zor şartlarda bir çocukluk ve gençlik dönemi geçiriyor.  Aile köyden gelmiş. Baba iki evli... Gecekondu bile denemeyecek bir evde hayatlarını sürdürüyor. Ve siz yıllarca her gün üç öğün o evin yanından geçiyorsunuz. Çocukların sokaklarda oynadıklarını görüyorsunuz. Okula gittiklerini, ellerinde bezden yapılmış çantalarla istikbale hazırlandıklarını görüyorsunuz.
                Lise yıllarında bıyıkları terlemeye başlamış, delikanlılık çağının en delisinde bile sizi gördüğünde düğmelerini ilikleyen, gözlerinize bakıp saygıda kusur etmeyen ve bir gün alnının teri, elinin tozu ellerinize sarılarak “Hocam ben uzman çavuşluğu kazandım. Tayinim Şırnak’a çıktı. Hakkını helal et” derken gözlerindeki mutluluğa şahit olmanızın ne anlama geldiğini bilir misiniz? Düğümleniyorum işte burada. Muhterem’i ben böyle yollamıştım. Giderken arkasından bakıp; “Allah esirgesin. Dağ gibi delikanlı…” Diye düşünmüştüm. Nereden bilecektim bir gün şahadet haberi ile beynimden vurulmuşa döneceğimi. “Gitme” der miydim acaba? Ellerine sarılıp, gözlerinden öpüp “Gitme” der miydim acaba?
Demezdim. Eminim demezdim. Öz oğlumun şehit olacağını bilsem, vatan için, bayrak için, Allah için kutsal bir göreve talip olduğunu görsem yine de “gitme” demezdim.
Kendimi hep Fatma Annenin yerine kodum. Hep onun gibi düşünmeye çalıştım. Onun oğlunun yerinde kendi oğlumu düşündüm. Ne büyük bir imtihan Ya Rabbi! Ben Fatma ana kadar metin olabilir miydim bilmiyorum.
Şahadet haberini duyup evine gittiğimde kalabalık arasında beni seçen Fatma ananın gözlerime bakarak “Hocam! Muhteremimi şehit verdik. Kınalı kuzumu şehit verdik hocam!” sözleri ile gözyaşlarıma engel olamadım. Bir ana feryat ediyordu karşımda. Kardeşi Fatih boynuma sarılıyordu. “Vatan sağ olsun hocam” diyordu. Abla Sultan ellerimi sıkı sıkı tutmuş, boncuk boncuk ağlıyordu.
Gelin de sizin yüreğiniz dayansın şimdi buna. Gelin de yazı yazın. Gelin de isyanlarınız tavan yapmasın. Gelin de gözyaşlarınıza engel olun. Gelin de içiniz kan ağlamasın. Gelin de “biz bu vatanı hala kurtaramadık mı?” diye düşünmeyin. Savaşsa savaşı bilme hakkımız yok mu? Biz her gün şehit cenazesi mi kaldıracağız. İki günde 10 şehit. Bu ne ya? Bu ne Allah aşkına?
Susmak istiyorum. Lütfen beni bağışlayın. Susmak istiyorum.

Şehidim Mekânın Cennet Olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder